Kurmaca 3: Aşk da bitti...

Karşı koltukta oturuyor, gözleri kan çanağı. Üzerinde her zamanki eşofman altı ve yakası çekiştirmekten sarkmış, bir tişört var. Yüzünü görsen, sanki terk edilen kendisi. İçerisi nasıl kasvetli anlatamam. O sinir bozucu koca gri kedi de evde. Kül tablaları ağzına kadar dolu, ev havasız. Bir ara şu camları açmalı, dışarıda mis gibi bir hava var. Dışarıda daha neler neler olmalı, ben yıllardır bu eve, bu hayata kapalı…

Uzun zaman lafı dolandırdı hatta o kadar abarttı ki gidip yemek aldı geldi. Vakit kazanmaya çalışıyor. Hani mümkün olsa, benden rica edecek… Öylece oturuyorum, rotam belli aslında ama resmi açıklamayı bekliyorum. Nasıl girecek acaba lafa? Daha önce hiç terk edilmedim, bu benim ilk ilişkim. Geçen sekiz sene boyunca bu olası sahneyi hayal etmedim değil. Ayrılığı da yaşamalı insan diye düşünürdüm; giden sevgiliye ağlamak da yaşanası bir deneyim olmalı. Ama bunlar nihayetinde teatral hayallerdi, gerçekleşmek zorunda değildi.

Akşam üzeri geldim buraya iş çıkışı. Saatler oldu, hiçbir şey olmuyormuş gibi oturuyoruz hala kardeş kardeş. Doğal gaz zammının geri çekildiğini konuştuk, lisansüstü sınav tarihini, göz açıp kapayana kadar tekrar mayıs olduğunu, bu yıl zammı unutmak gerektiğini, askere gitmemek için gerekirse profesör bile olabileceğini… damdan saçaktan ne varsa konuştuk… Eğer bir şey olmuyorsa neden hala oturuyoruz karşılıklı, sıkıntılı dünürler gibi kasılarak, gözlerimizi kaçırarak, saatler geçmesine rağmen temas etmeden. Oluyorsa eğer birşey; konuşsak ya...

Amaaan, gene bana kaldı iş… Her iş benim kontrolümde oldu zaten her zaman. Ders seçilecek, ödev hazırlanacak, sınava çalışılacak, prova unutulmayacak, alışverişe gidilecek, iş başvurusu yapılacak… Adam haklı, şimdi beni bensiz nasıl terk etsin? Bir soruyla konuyu açayım bari.

- Bana söylemek istediğin bir şey var mı?
- Bir süre ayrı mı kalsak?

Yuh… İnsan yavaş yavaş söyler. Saatlerdir biriktirmiş. Böyle durur durur bir anda patlatır zaten, espri yapışı da böyle bunun, sessiz sakin zannederler ama beklemediğin anda vurur.

Hiiç istifimi bozmuyorum. “– Kiminle canım?” Gözlerimi sevimsiz kediye çeviriyorum hemen, okuldan bir arkadaşının kendi gibi kasvetli hediyesi, kapıyı açık bıraksam gider mi acaba? “Bence de kalalım iyi olur. Hem her şeyi tırmalıyor ama bunun için bu kadar üzülme artık, kedi nihayetinde insan değil ki başka yere yolladığın.” Acayip laf koydum. Anlayana tabi… Bu adamların kafası daha işlevsel, daha düz, daha sağlam bir mekanizmayla çalışıyor, anlamaz şimdi. Üstelik ben yanlış anladım diye de üzülür kesin.

Dona kaldı bir süre. Yerinden kalktı sonra, gitti bir bira açtı. Açacak ararken tüm çekmeceyi birbirine kattı, ben de “ilk rafa bak” demedim. İntikamım acı olacaktı, gündelik hayatla vuracaktım onu. İçerek geldi. Eşofmanı diz izi yapmış, bollaşmış ama güzel duruyor üzerinde. Hala iyi düşünüyorum; adam sekiz sene sonra gitmeye çalışıyor, ben hala iyi düşünüyorum. Sessizce oturdu koltuğun ucuna, elinde şişe, kolları bir kavisle dizlerinin üzerinde birleşmiş, bedenen bana doğru uzanmış duruyor. “Seni çok seviyorum” dedi. “Çok seviyorum… Bunu zaten biliyorsun ama artık aşık değilim. Ve böyle hissederken de seni kandırmaya hiç hakkım yok. Her şey yolundaymış gibi davranamam, bunu sana yapamam.”

Buz kestim baştan ayağa. Ela gözlerindeki dokunaklı bakış, gözlerime değdi. Dik bir yokuştan hızla iner gibi aktı içim. Şimdi bir evin bir odasında; bir kadın, bir adam ve bir kedi, kalın dişli bir fermuar gibi iç içe geçmiş hayatımızı parçalıyoruz. Olay bu kadar dramatik aslında. Bir dizi kelime oyunu geçiyor aklımdan, duruma uygun bi sürü şaka ama bu sefer gülmesi çok zor. Birkaç saat önce dışarıda mis gibi bir hava var diyen ben, kıpırdamaya korkuyorum yerimden. Hayatıma devam etmem gerektiği gerçeğini sindirmeye çabalıyorum. Sıkıntıdan bir anda kanamaya başlayan burnu için endişe duyuyorum ama kıpırdamıyorum. Benim için üzülmesine rağmen sarılmayışı, terk etmekten geri kalmayışı gibi; vicdanen huzursuz ama yeterince bencil bir kıpırtısızlıkla bekliyorum. Mahsun duruşum sözde dirayetimin süsü.
Dışarıdan gelen bir sesle yankılanıyor oda; “eskiciiii, eskiler alıyooo, eskiiiciii…” Göz göze geliyoruz, yüzümde donan gülümsemeyle “beni çağırıyor” diyorum. Göğsüne sapladığım son bıçak oluyor bu, sessizliğe gömülüyorum.

Öyle bir dengesizim ki, her normal kadın gibi sor işte, “başka biri mi var?” de, ne bileyim “bunu bana yapamazsın” de, “sana sekiz senemi verdim ben” de. Yok, aklımdan tek geçen; eğer aşık değilse en doğrusunu yaptığı. Ya aldatsaydı daha mı iyiydi?
Kendimi de terk edebilsem keşke. Biliyorum, burada mantık kraliçesini oynayacak, anlayışın dibine vuracak, ağlayıp sızlanmayacak, sıradan kadın tasvirlerine girmeyecek olan “ben”, evde başıma kalacak gene… Sekiz senenin sonunda bu iş hiç de kolay olmayacak. Güvenli fanusum çatladı, bu bir kabus değilse sabaha kalmadan da paramparça olacak. Ben, sokağa salınmış bir ev kedisi gibi korunmasız ve ürkek, vahşi yaşamın içinde bulacağım kendimi. Oysa başlangıçlar benim için o kadar geride kaldı ki. Bakışmalar, alışmalar, denemeler öyle uzak ki. Kapıyı açık bırakmaktan vazgeçiyorum içim acıyarak; sevimsiz gri kediyi ona bağışlıyorum.




Bu kadar konuştuk o gece, sarıldık uyuduk sonra yılların verdiği aciz alışkanlıkla. Sabah servis beklerken vedalaştık, birbirimizi yolcu eder gibi sıkı sıkı sarıldık. O kadar yıl yaşadık, tek bir bileşik cümleyle bitirdik, her şeyi… Servisin arka camından son bakışımda, biz hızlanıp uzaklaştıkça, durduğu yerde küçülüyordu o; kalbimde ve zihnimde de aynı hızla.

***

Defalarca aradın beni; kendi boşluğunu doldurmaya çalıştın gülünç bir şekilde. Uzakta ama her an bana ulaşabilecek bir mesafede geçirdin uzun bir süreyi farkındayım, vicdanınla kalbin ağız birliği yapamadı ve sen lüzumsuz bir sorumluluk duydun bana karşı. Yürümeye yeni başlayan çocuğunu sakınır gibi sakındın beni, düşecek olsam tutacaktın. Ama bu şansı asla vermem bilirsin, ne yapar eder sağlam basarım ben yere. Üzülsem de belli etmem, yardım istemem, ele vermem kendimi, göz yaşlarım içime akar benim, burnum kanamaz…

zynp

Yorumlar

ugur dedi ki…
müthiş..
Ebru dedi ki…
Başka hangi duygu yakabilirki insanın canını bu denli ?
Kim böyle içten anlatabilirdi bu hissi ?
Teşekkürler Zeynep, benim sustuğum senin konuştuğun yerdeyim...
zzeinepp dedi ki…
teşekkür ederim :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurmaca 5: En Makulu Beklemekti...

Kurmaca 4: Gibi Gibiyim Gibiyim Gibi Gibiyim…