Kurmaca 5: En Makulu Beklemekti...

“sadece bekle
ışık filan yanmayacak
bekle… sessizce…
gözlerin karanlığa alışacak

ve sen artık karanlığın içine sineceksin
karanlık içine sinecek senin…
sisli bir yolun başında dua edeceksin, bir adım ötesi için,
hayat böyle başlayacak…

sadece bekle…
renkler hiç olmayacak
bekle... sessizce…
sadece siyah ve beyaz

ve sen artık renkleri görmeyeceksin
karanlık senin içine sinecek…
dalgalı bir koyda dua edeceksin,
hayat böyle başlayacak…

sadece bekle…
artık gül kokmayacak
bekle... sessizce…
yapraksız bir ağaç göreceksin.
hayat böyle acımasız,
hayat böyle aniden,
hayat böyle yapayalnızken sen, son bulacak…”


Planladıkları gibi, ilk defa o akşam, felekten bir gece çalmak için Aldo’nun epey uzaktaki, yeni, şık restoranına gittiler. Heykelciklerle süslü, ince duvarlı bahçeden geçtiler.
Uzun saçları beyazlanmaya yüz tutmuş, koyu takımlı bir adam onları karşıladı, ağır kapıyı aralayıp, “İyi akşamlar efendim,” dedi. Selamı; başlarıyla karşılayıp, aceleyle savdılar.

Mine, dizlerinde biten yeşil bir elbise giymişti. Kuaföre, kuaförden çıkmış gibi görünmek istemediğini söylediği için saçları doğaldı; iri dalgalar yürüdükçe yukarı aşağı sallanarak saçının parlaklığını ortaya çıkarıyordu. Makyajı azdı, elmacık kemiklerini belirgin hale getiren şeftali rengi allıkla kirpiklerini uzun gösteren rimelini, uygun bir dudak parlatıcısı tamamlıyordu. Doğal görünümü göz alıcıydı. Bu doğallığı yakalayabilmek için saatlerce uğraşmış olması, saçını iki defa bozdurup tekrar yaptırması ve uygun ifadeyi yakalayana kadar makyaj yapıp silmesini saymazsak.
Bir elinde ayakkabılarıyla uyumlu küçük, siyah çantası vardı, diğer eli Bora’daydı.

Bahçeden geçerken, hava daha sıcak olsa dışarıda yerdik yemeğimizi diye geçirdi içinden, hatta hafifçe mırıldandı ama duyan olmadı. El ele ancak arada bir adım farkla yürüyorlardı; Bora önde, Mine arkada. Naif bir sürüklenme olarak tanımlanabilirdi durum; her zaman Bora’nın öncülük ettiği bu tür sürüklenmelere alışkındı. Yürürken bir yandan, topuğu taşların arasındaki boşluklara girmesin diye çabalıyor bir yandan da anıların resm-i geçidini takip ediyordu zihninde. Sendelemesi uzun sürmedi… O kadar aciz bir hareketti ki bu Bora için; adı gibi biliyordu yüz ifadesini, ekşiyen suratını… Utandı. Yaptığından değil; yadsıdıklarından, suskunluğundan. Bora’nın elini serbest duran başparmağıyla özür dilercesine okşadı ama yanıt alamadı hızlanan adımlar dışında. - Bu akşam; uzun zamandır başbaşa yemek istediği bu yemek, şık bir restoranda yenecekti. Keyif alınacak, ‘beni ihmal ediyorsun’ mızmızlanmalarının son bulması umulacak ve küçük bir mücevherle taçlandırılacaktı gece. Mine gülümseyen bir ifadeyle, yarı hoşnut ama çokça tepkisiz kalarak hayatını seyretmeye devam edecekti bir adım geriden. Yemeğine, hatta içkisine bile karar veremeyecek; masaya gelen kırmızı şaraba eşlik edecekti mecburen; sürüklenmeye devam edecekti.- Sadece adımları değil kalp atışları da hızlandı, heyecanlanınca hep gözlerini kırpıştırmaya başlardı, boğazı kurudu, elini hızla çekti Bora’nın elinden; “üşüdüm” dedi.

Bora kafasını bile çevirmeden göz ucuyla süzdü ama cevap vermedi. Üzerinde koyu bir takım vardı, ayakkabıları tertemizdi, fazla ağır olmayan bir parfüm kokusu kalıyordu ardında yürüdükçe. Koku, Mine’nin üzerinden geçerken onu başka zamanlara götürüp getiriyordu saniyeler içinde. Tanışmaları, okul yılları ve derken gerçek hayat… Hep bu baharatlı koku eşlik etmişti ilişkilerine; Bora değişiklikleri sevmezdi. Uzun, ağdalı tasvirleri, başarısızlıkları, zaman kaybetmeyi, detaylara takılmayı da sevmezdi. Ortaokul itibariyle yatılı okumuş, her işini kendi halletmeye hatta arkadaş gruplarına öncülük etmeye alışmıştı. Sürekli bir gerginlik hakimdi hareketlerine, yarış içindeydi hep; kimseyi bulamazsa, kendiyle. Duygusallık acizlikti ona göre, kalbi iş hayatının ritmiyle daha sağlıklı atıyordu. Ne yapacağını iyi biliyor, rakibi tanıyor, strateji oluşturuyor ve buna uygun hareket ediyordu. Çoğunlukla da yanılmıyordu. İşin içine duygular girdiğindeyse, belleğinin resimli dosyaları anılarla eşleşerek açılıyor, gene o eski yalnız, savunmasız çocuk olup çıkıyordu. Sadece Mine’ye izin vardı geçmişten, sadece Mine içindi kalbinin hala ağır aksak da olsa işleyişi. Mine, ona geçmişinin emanetiydi. Bazen fazla yavaş, savsak hatta çoğunlukla yön verilmesi gereken bir emanet.
“Şu akşamı bir atlatayım da…” dedi içinden, “Gerisi kolay; daha uzun zaman sorun çıkarmaz. Çok ihmal ettim, başkası olsa problem çıkarırdı, bu kadarına şükretmeli.”



“Makul” bir aşk vardı aralarında, birbirlerini sevmeye alışkınlardı, en kolayı buydu, üzerine düşünmeye gerek yoktu. Adam agresif, kadın kırılgan bir aşkla seviyordu. Adam vaadlerinde bonkör, sevgisinde cimri; kadın verilen sözlere duyarsız ve yalnızdı. Adam sadakatsiz, kadın ürkekti. Adam bir tek böyle sevebildiği için, kadın yeni birini sevmeye korktuğu için makul bir aşkla bağlıydılar birbirlerine; daha fazlası söz konusu değildi.


İçeri girdiler. Yemek kokuları, parfüm kokularına karışmıştı. Konuşmalar uğultuya dönüşmüş, kelimeler havada asılı kalmıştı sanki. Zaman ağır işliyordu içerde; Mine masaları şöyle bir gözden geçirdi hemen. Kadınların yüzlerine baktı en çok. Görünenin ötesinde gözlerinin ele verdiği yüzlerine. Kendinden daha çaresiz ve mutsuz birini arar gibiydi. Herkesin saçı ve makyajı itinalıydı, herkes hayata karşı savaş boyalarını sürüp gelmiş; kendini maskelerin ardındaki güvenli alana saklamıştı. Sadece kendisi bu kadar acizmiş gibi geldi. - Hep güçlü bir kadın olmak istemişti. İlkokulda hiç sınıf başkanı olamadığı zamanları düşündü. Bahçede elinden alınan topunu geri almaya cesaretinin olmadığı yaşları. Evde babasından kendisi izin alamaz annesini aracı yapardı hep. Abisinden sürekli tekme yer gıkı çıkmazdı. Yazılı sınavlarda kağıdını elinden alırlar öğretmene şikayet etmeye yeltenmezdi bile. Okulun çetesi aylarca harçlığını elinden almıştı da, aç aç okula gidip dönmüştü yürüyerek annesi farkedene dek. Borayla tanışana kadar böyleydi durum. Babası ve abisinden göremediği şefkati Bora’da bulmuş, yegane dayanağı yapmıştı onu. Ailesinden uzakta geçirdiği üniversite yıllarında başlamıştı evcilik oyunları, zamanla ailesiyle olan irtibatını hepten koparmış, bayramlarda gider ya da arar olmuştu. Abisi çalışmak için yurtdışına gitmiş, babası ve annesi de erken yaşta ölmüşlerdi 3 sene önce 6 ay arayla. Sadece Bora vardı artık.- Yalnız kalmaktan korktu bir an, içi ürperdi ve tekrar yakaladı, bahçede tek hamleyle bıraktığı Bora’nın elini. Bora gülümsedi belli belirsiz ama bir adım önde olduğu için Mine göremedi. Diğer erkeklere baktı üstün körü; hepsi de kendi gibi başarılı ve yorgun duruyorlardı. – Okulu düşündü; ilkokulda sınıf başkanlığıyla üstlendiği sorumluluk, üniversitede öğrenci liderliğine kadar uzanmıştı. Yazları çalışmış, ihtiyaçları olmadığı halde karne hediyelerini hep kendi parasıyla almıştı. Ailesi karar alırken ona danışır, kardeşleri baba gibi görürdü onu. Üniversiteyi ailesiyle aynı şehirde ama ayrı bir evde, Mine’nin yürütmeye çalıştığı bir düzende okumuştu. Bora’nın kurduğu ve yönlendirdiği ama Mine’nin yürütüyorum sandığı bir düzen; her zamanki gibi. Bıraksa sanki düşecekti, kaybolacaktı, yürürken bile taşa takılıyordu düz yolda baksana. Kızsa suçlu kendi olacaktı bu yüzden susmayı tercih ediyordu genelde; yine de elini tutunca içi rahatladı.



Babası hastayken numarasını bulup Bora’yı aramış ve Mine’yi ona emanet etmişti. K imsesizdi, sadece Bora vardı. Omuzladığı sorumluluğu asla yarım bırakmazdı, Mine’yle evlenecekti. Çocukları olacak ve normal bir hayat verecekti ona. “Normal” yeterliydi Mine için biliyordu, daha fazlasını istemezdi zaten. Her zaman makul bir kadın olmuştu. Belki de daha fazla uzatmaya gerek yoktu, cebinde duran yüzük sıradan bir hediye olarak seçilmişti ama bir teklifi taşıyabilecek ihtişamdaydı. Üstelik Mine hiç beklemiyordu böyle bir şeyi yakın zamanda, hem de bu kadar ilgisizken. Son yıllarda kendi için bile böyle bir sürpriz yapmamıştı; değişiklikleri sevmezdi. Heyecandan kulakları kızardı, neyse ki sırtı dönüktü Mine’ye yoksa hemen anlardı. Mine’nin elini daha sıkı kavradı.


Kendileri için ayrılmış masaya doğru ilerlediler… El ele ancak arada bir adım farkla yürüyorlardı; Bora önde, Mine arkada. Naif bir sürüklenme olarak tanımlanabilirdi durum...
Sonra Mine birden asıl istediğinin bu olmadığını fark etti. Kendini bıraktığı sürece sürüklenmeye devam edecekti, hayatında ilk defa güçlü hissetti. Dönüp ardına bakmadan gidebilecek kadar. İşi vardı, yıllardır Bora’nın ek kartları sayesinde harcayamadığı için biriken maaşları vardı. Sessizce biriktirdiği hayalleri, ona destek olacak arkadaşları vardı. Her şeyden önce kendisi vardı. Daha önce aklına bile gelmeyen alternatif bir yaşam vardı önünde. Kafasından geçen düşünceler ardı ardına kibritler çakıyor ve ısıtıyordu onu. Kalp atışları hızlandı, nabzı elinden hissedilebilir hale geldi; kalbi, duyulmayan bir gümbürtüyle elinde atmaya başlayınca Bora sanki ağır çekimde ve anlam veremez bir halde korkarak ona doğru döndü; zaman durmuş gibiydi. Göz göze geldiler…
Bora’nın tek eli cebinde; yüzük kutusunun üzerindeydi, diğer eli Mine’deydi. Mine’nin tek elinde çantası vardı diğer eli Bora’daydı. İkisinin de aklı başka yerlerdeydi. Yıllar gibi geçen saniyeler boyu baktılar birbirlerine… Son kibrit de söndü…

Artık dönüp gitmek için çok karanlık, çok soğuk, çok geçti. Hiç tekin değildi yollar giden için; kalan için hayat çekilir gibi değildi. En makulu beklemekti.


zynp

Yorumlar

bahar dedi ki…
valla harikaaa ...

Bahar K.osmanoglu
Mine Yaman dedi ki…
Şahane...
zzeinepp dedi ki…
teşekkür ederim, okumanıza çok sevindim..
Unknown dedi ki…
eline sağlık,
tanıdığım herkese gönderdim bu öyküyü biraz öykünsünler diye...
Bu blog fazla olmaya başladı artık :)
zzeinepp dedi ki…
:)) mutlu ettiniz, teşekkürler

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurmaca 3: Aşk da bitti...

Kurmaca 4: Gibi Gibiyim Gibiyim Gibi Gibiyim…