Kurmaca 4: Gibi Gibiyim Gibiyim Gibi Gibiyim…

Gitmezsek ayıp olur dedi; ben de kabul ettim. Önce iş çıkışı ben seni alırım dedi, sonra orada çok trafik var sen bir taksiye atla gel dedi. Baştan belliydi, bu organizasyon eksikliğinin sonu pek hayırlı değildi. Nereden kabul ettim?.. Haneme bir ayıp daha yazılırdı en fazla.
Ben kestirmeden ondan önce gittim, gene şaştım trafikte nasıl takıldığına ve sonra hatırladım alışkanlıkla hep uzun yolu kullandığını. Ne kadar geliştirse de kendini, insan dediğin alışkanlıklarının kurbanı bir primat neticede.



Kimseyi tanımam etmem, bebeği oldu diye birinin evine gidiyorum, zaten sevmem bu tür mecburiyetleri. Tebrikleerr çocuk yapmışsınız nasıl rahat yaptınız mı? Nerede yaptınız? Tavsiye eder misiniz? Başarılarınızın devamı için altın madalya takmaya geldik size; çeyrek ama idare edin. Tövbe tövbe… İçinde bulunduğum maddi krizi düşününce şu an kendi ellerimle altın dağıtıyor olmak hiç de zeka ürünü değil ama adet yerini bulursa hepimiz rahatlayacağız.
Apartmanın önünde zaman geçirdim uzun süre; sigara içtim, cep telefonumu kurcaladım; aklıma gelen herkese mesaj attım saçma sapan. Kapının camında kendime baktım uzun süre. -Demir kısmı görüntüyü ikiye böldüğünden alt ve üst bedenim birbirinden ayrı gibi duruyordu. Bir sihirbaz bölmüş gibi. “Gönüllü var mı?” diğer seslenince heyecanına hakim olamayan bir seyirci olarak sonunu düşünmeden sahneye fırlamışım gibi. Tam keserken pişman olmuş ama o kadar kişinin önünde sesini çıkaramamış sonra da eskisi gibi birleşememiş gibi. Gibi gibiyim gibiyim gibi gibiyim... Ne saçma şarkıydı, arada aklıma gelir.- Ayakkabılarıma baktım, çantama baktım, saçımı inceledim. İçimden sövdüm; bir kere zamanında gelse şaşardım. Derken aradı, biraz daha gecikecekmiş “sen yukarı çık ben haberdar ettim Neslihan’ı, bekliyor seni” dedi. İyi halt ettin; bakışır gülüşürüz sen gelene kadar artık.

Ev beşinci katta ve asansör yok. Mimarlığın puanı epey yüksek aslında ama öss zeka ölçmüyor ki. Neslihan canından bezmiş; bırak misafir ağırlamayı, elinden gelse bebeği duvara vuracak. Saçında adetten bir kırmızı kurdele. Ruhen intiharın eşiğinde, bedenen bitik, kucağında pimi çekilmiş bir ses bombası ama kafada kırmızı kurdele…
Çocuk doğurmuşluğum da yok, bakmışlığım da ama görür görmez şeytani bir empati oluştu aramızda; bakışlarından herhalde. Dur bakalım belki bebeği beraber vururuz duvara böyle ağlamaya devam ederse.
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, yaşlanınca ben de ev terliği taşıyacak mıyım yanımda acaba? “L” şeklindeki geniş salon süt ve bebek pudrası kokuyor; uzun kısmında büyük bir oturma grubu var ama en çok gözümü alan, kocaman kütüphane. Neslihan zamanında okurmuş baksana, şimdi bir süreliğine küçük bir insanın temel ihtiyaçlarını karşılıyor sadece. Ben bu kızla kesin anlaşırım; Ahmed Arif ilişiyor gözüme rafta; şerefine kadeh kaldırıyorum içimden. Bebek bakımı ile ilgili kitapları hızlıca geçip, iki defa yer değiştirdikten sonra rahat edebileceğim tek kişilik bir koltukta karar kılıyorum. Sağ bacağımı atıyorum önce üste hafif yana kaykılıyorum olmuyor, sırtım kapıya dönük kaldı. Tersini yapıyorum sonra; fonda müzik olsa bayağa bir dans ediyorum yani sağlı sollu bacak atışlar falan. Gerginim, ellerim buz kesti, burnum üşümeye başladı. Diyaframa derin nefes… Aaaalll, tuuut, veeerrr. Tamam korkulacak bir şey yok; ben ne akraba ziyaretlerinden başım dik çıktım yenilmedim, bunu mu atlatamayacağım.


Nefes terapim devam ederken, salon kapısından tanımlamakta zorlandığım biri girdi. Görüntüyü algılayıp yavaşça kafamı çeviriyorum. Bir kadın. Yaşlıca bir kadın. Kızılderili kabile danslarını andıran garip bir ritimle yürüyor. Homurtuya benzer sesler çıkarmakta; dua mı okuyor acaba?
Tanımadığım bir eve misafir olarak gitmekten daha da korkutucu olanı; o evde farklı bir zaman diliminden kalma bir anne olmasıdır bana göre. Ve o anne burada. İşte alkışlarla giriyor kapıdan, spotlar ona dönüyor, fonda bateri destekli bir karizmatik giriş müziği. Beni fark ediyor, adımlarını bana yöneltiyor; üzerime bir kara tren geliyor sanki, dumanlar çıkararak. Ezip geçecek beni. Tehlikeyi algılıyorum ama kaçamıyorum, öylece kaldım rayların ortasında. Yaklaşırken sağ eli aynı hızda yavaşça yukarı doğru kalkıyor, müthiş senkronize. Defalarca çalışılmış bir hareket gibi. Durduğu anda eli tam da ağzıma denk gelecek yükseklikte; öpmem için. Kafamdan bildiğim tüm ‘hanım kız’ cümlelerini geçiriyorum ama hazırlıksız yakalandığım için rastgele birini seçiyorum. Yüzümde korkuyla karışık bir gülümseme; vücudum şok durumunda, göz bebeklerim büyümüş.

Elini istemeyerek de olsa öpüyorum ancak blöfünü görüyor ve çenemden yardım alarak az zararla atlatıyorum ilk hamlesini.

- Nasılsınız?
-İyiyiz yavrum işte, gördüğün gibi. Kuzumun kuzusu oldu ellerinden öper.

Evet susarsa belki öper ama şu an daha çok elimi uzatsam ısıracak gibi; hala ağlıyor, sesi geliyor içerden. Üstelik el öpme olayına bakışımız biraz farklı sanırım.

- Maşallah çok tatlı. (tadından yenmiyor)
- Öyle öyle kuzu kuzuuuu. Sesi de pek güzel hafız mı olacak ne?

Güzel bir espri yapmış gibi sarsıla sarsıla gülüyor. Yüzünde ‘ilahi, hınzır ben’ der gibi bir bakış var. Değişik biri; Neslihan’ın biyolojik annesi. Daha sevimli bir tanım bulamıyorum kendisine.




Neslihan bir türlü yanımıza gelemedi. Çocuk susmadı. Önce anneyle tek başıma savaştım, kocasını erken yaşta kaybetmesine sebep olan lanet hastalığı öyle bir anlattı ki; sanırım bu hafta doktora gideceğim check up için. Dinlerken bile kaşıntı bastı. Sonra nihayet Uğur da gelebildi de aynı kulvarda ikili olarak yarıştık. Bildiğim tüm dini bütün cümleleri kurdum; bir ara hiç susmadan anlattığı için otomatiğe aldım, uzun zaman sadece “amin” ile ilerledim. Çok rahattı; otomatik vites ve hız kontrollü araba kullanır gibi. Ruhum için bir cd koydum ve dümdüz gittim uzun zaman. Uğur’a iyi oldu bence, o takım elbisenin içinde bu akşam saatinde yeteri kadar sıkıntılıydı zaten geldiğinde; şimdi ise ölümün eşiğinde. Dalından düşmek üzere olan bir güz yaprağı gibi rüzgarla ileri geri sallanmakta. Gitti gidecek. Şu an burada olmaktansa benimle alışveriş yapmayı bile tercih ederdi sanırım. İyi oldu, oh oldu. Sanki bütün adetleri yerine getirir gibi… Okul arkadaşının çocuğu da eksik kalsın, büyüyünce görürüz, bize ne faydası var sanki çocuğun allahım yaaa sinirlendim oturduğum yerde. Loğusa şerbeti falan verselerdi bari serin serin iyi gelirdi. Sanırım bir saate yakın oldu oturup dinliyoruz. Ben çıkmadan bir şeyler atıştırmıştım ama Uğur aç belli. Yüzü sararmış kıyamam. Ne kıyamam yaa kıyarım, hepsi onun suçu. Şimdi yemeğimizi yemiş film izliyor olacaktık ne güzel. Bana gelecekti bu akşam.
Buradan kalkınca gene gelir ama bu sefer hızlıca yemeğe ulaşmak için gelir; primitif isteklerine geri dönmesine ramak kaldı. Sektör lideri pazarlama şirketinin üst düzey yöneticisi Uğur şu an ekmek arası peynir için her şeyini verir; bir kumanda olsa da şu kadını sessize alıp hatta kapatıp Uğur’la ilgilensem biraz. Çok özledim, iki gün oldu görmedim. Gidip sarılsam, sevsem biraz. Acıkmış canım benim belli; yüzü solmuş. Öğlen de yememiş olabilir.
Bunları düşünürken gözüm dalmış halıya doğru. Neslihan kucağında çocukla salona girdiğinde halının motifini ezberleyip çalmaya çalışan üst komşu edasıyla oturmaktaydım.
Uzun zaman biyolojik anneyi dinlemenin etkisiyle sanırım, artık bacak bacak üstüne atmıyor olduğumu fark ettim. Bacaklarım müthiş stilize bir hareketle bitişik ve verev durmaktaydı. Kollarım göğsümde kavuşmuştu; tam bir zavallıydım. İki saatte beni tüketmişti kadın. Kendime geldiğimde Uğur’a sırtında çıkan kan çıbanından bahsediyordu; göstermeye bile yeltendi ama Neslihan geldi çok şükür de toparlandı biraz.

- Kusura bakmayın nolur, oturamadım sizinle.
- Olsun ne yapalım Nesliciğim; beni çok mutlu etti seni ve küçük yaramazı görmek. Gene geliriz nasılsa. Bundan sonra uzun aralar yok, tamam mı?
- Tamam tamam. Erhan da çok özledi seni ama toplantısı uzamış gelmesi zaman alacak.

Gene geliriz mi? Zıkkım ye Uğur. Ben de Ömür’sem sana bu akşam yemek falan yapmam. İçimdeki tüm şefkat yok oldu bak gene. Şeytan diyor eve gidince evlenmekten söz et. Çocuk istediğini söyle, hatta çocuk diye tuttur. Tek taş da iste; adet yerini bulsun. Madem adetlerden gidiyoruz. Sen de rahatla ben de. Bu ne yaaa. Zıvanadan çıktım.

Erhan’ı büfede duran düğün fotoğrafından tanıyorum; görmüşlüğüm yok. Normalde böyle penguen gibi gezmiyordur diye düşünüyorum; ayy tutamayacağım kendimi güleceğim. Hafif öksürüklerle atlatıyorum neyse ki, ama gözlerimdeki ışıktan belli; Uğur aç olmasa anlardı. Şu an basit toplama işlemlerini bile yapmakta zorlanabilir. Bu Erhan akıllı valla, toplantı ayağına evden kaçmış. O zaten anlamamıştır çocuk mu oldu, eve evcil hayvan mı geldi… Daha 2-3 sene var onun çocukla bağ kurmasına. Çocuk demeye de bin şahit, pille çalışıyor sanırım kendisi hala ağlamakta zira. Üstelik ‘ıngaa’ diye ağlamakta. Yılların geyiğidir, her çocuğu olan koşar gelir “olum resmen ıngaaa diye ağlıyor” diyerek. Neyse... kendi iç sesimden kafam şişti, bir de sessiz sakin derler bana içimdeki fırtınaları bir bilseler.

Uğur’un bakışlarını yakalamaya çalışıyorum ve zorlanıyorum. Algısı tamamen kapalı şu an pilotta çalışıyor, değişik kaş göz hareketleriyle sonunda derdimi anlatıyorum kendisine. “Kara Tren” bir ara bana bakıyor ama üstünde durmuyor, sanırım yüzümde tik var zannettiği için, yine de hafif bir ürperti geçiyor üzerimden bir şey söyler diye. Uğursa ciddiyetimin farkına varıyor en sonunda; kalkmaya yelteniyor, koltukta doğrulup toparlanıyor. Ama çok iyi bilirsiniz ki yeterince cevval değilseniz, koltuk ucunda o rahatsız pozisyonda kalmak da çok olasıdır uzun zaman boyunca. Biz de işte tam o uçta kala kalıyoruz kalkamadan 10 dakika kadar daha. Konu konuyu açıyor, biyolojik anne ara ara göğüs çatalında ve alnında biriken terleri bez mendiliyle siliyor, bebek ağlıyor, Nesli tükenen bir mum gibi ışıldıyor, Uğur sararıyor gittikçe…

Bacaklarım hala tam bitişik ve verev, kollarım göğsümde bağlı… En azından bu gece için böyle kalmaya da devam edecek Uğur Bey.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Sanki karşımdasın ve anlatıyorsun hatta bende ordayım
çok güzel yazmışsın..
Sevgiler
Bahar
zzeinepp dedi ki…
:)) baharcım özledim

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kurmaca 5: En Makulu Beklemekti...

Kurmaca 3: Aşk da bitti...